insanlar 


  1. insanlar; milletlerine göre, dinlerine göre, renklerine göre, dillerine göre, tuttukları takımlara göre... ayrıldılar. Bu ayrılmalar her zaman iyi-kötü ayrımına dek sürdü.

    Düşünün, bir savaş esnasında yerde yaralı yatan düşmana yardım etme fikri bazılarına aptallık gibi gelecek olsa da vicdani bir durum olduğu için ancak iyi-kötü değerlendirmesi içine alabiliriz.

    Anladığımız kadarıyla uç bir örnekte bile iyiliğin kavranabileceğini gördük, örnekleri çeşitlendirebiliriz. Ancak asıl olan iyilik, iyiliği düşünmeden yapılan iyiliktir.

    Karşıdan karşıya geçen bisikletli bir çocuğa araba çarpacağı sırada, çocuğun belinden tutup onu kurtarmak, aynı zamanda kendi yaşamını tehlikeye atmak, yapılan davranışın sonucunu düşünmeden gerçekleşmiştir. Sanıyorum ki gerçek iyi budur.

    Peki kötü için de durum aynı mıdır?

    Bir kişiye istemli olarak fiziksel-duygusal zarar vermenin birçok nedeni olabilir. Bunlardan en önemlisi kıskançlık ve en iyi olma isteğidir. Bazıları bu durumlardan aşırı etkilenir.

    Örneğin kıskandığı kişi hakkında isteyerek ve bilerek yanlış şeyler söyleyerek kıskandığı kişiyi karalamak bilinçli yapılmış bir eylemdir. Ve gerçek kötü budur.

    Kötüyü sınıflandırmak iyiyi sınıflandırmaktan daha zor, çünkü bisikletli çocuk örneğinde kurtarıcının kendi hayatını tehlikeye atması vicdan ile açıklanabilir ama dönüşümsel olarak kötünün vicdani bir karşılığı yoktur.

    Buraya kadar felsefi bir yaklaşımla inceledik bir de sohbet eder gibi okuyalım;

    Bazen bu 'kötülük' duygusunun bir anda gerçekleştiğini düşünüyorum. insan duygularında da Sanayi Devrimi yaşanmış olmalı ki ham madde yarışındaki ülkeler gibi insanlarda birbirleriyle yarış içine girip birbirlerini ezmeye, üzmeye başlamışlar.

    Ancak mitlere, şehir efsanelerine, masallara ve dini hikayelere baktığımızda 'kötülük' kavramının çok çok öncelere dayandığını görebiliriz. Hatta dini metinlerde, şeytanın topraktan olan insana boyun eğmemesi karşısında kötülük kavramının çıktığı savunulur.

    Böyle düşününce kötü aslında çok da yakın bir tarihte ortaya çıkmamış. Peki şeytanın bile esiri olduğu kibir? -Başka bir deyişle kıskançlık da diyebiliriz.-

    Kibrin, kıskançlığın nedeni neydi?
    Ateşin toprağa duyduğu kıskançlığı anlayabilmek mümkün olsa bile, toprağın toprağa olan kibrini anlamak olanaklı mıdır?

    Toprakla sürekli bir devridaim içinde olan insanın kendisini en yüksekte görmesi işine akıl sır erdirilebilir miydi?

    Bir gün bir arkadaşımla konuşurken, hararetle bir görüşü savunuyordum o sıralar, bana sordu:

    -Peki dostum, tamam hadi diyelim yaptınız sonra ne olacak?
    -Sonra dünyaya hakim olacağız, biz yöneteceğiz.
    -Ee ondan sonra ne olacak?
    -Sonra işte her şey bizim olacak.
    -Dostum düşün şimdi her şey sizin, ne değişecek? Öfkeniz dinecek mi? Saldırganlığınız azalacak mı? Mutlu olacak mısınız?
    -...

    işte sorulması gereken soru buydu, olgunluk kazanmış sorulardı. Üstünlüğün yalnızca görüntü olduğunu asıl kazanımların insanın içinde olduğunu tekrardan anımsatan sorular beni farklı düşüncelere itmişti.

    Konudan sapıyoruz ancak laf lafı açıyor biliyoruz ki.

    istediğimiz gerçekleşseydi tam şu an ruh halimiz değişecek miydi? Çok istediğimiz bir şey var, hadi araba olsun. Mutsuzuz çünkü o son model araba bizim elimizde değil, bu kadar mı? Peki tam şu an da o araba altımızda olsaydı mutluluğumuz kaç gün sürecekti?

    Ben söyleyeyim; arabanın yeni modeli çıkana kadar. Tabii ki küçük bir genelleme bu ama insanoğlunun doyumsuzluğunu adımız gibi biliyoruz.

    Kinimiz, kibrimiz ve kıskançlığımız sanırım en iyisine sahip olma isteğinden geliyor. Bakınız tüm siyasi yaklaşımlar, tüm dini yaklaşımlar, tüm otoriter yaklaşımlar dünya hakimiyeti kurma amacı güder. Bazılarında ilk amaç budur bazılarında son amaç...

    Peki evrendeki biz küçük kum taneleri bizim de kendimize açıklamaya korktuğumuz amaç da hep en iyisi değil mi?

    En iyi giysilere, en güzel kadın(lar)a, en güzel şiirlere, en güzel arabalara, en lüks evlere, en güzel vücuda, en güzel içkilere sahip olma isteğimiz bu doyumsuzluğun bir parçası değil mi?

    Oysa unutuyoruz ki biz insanlar!

    Üzerimizdeki kıyafetlerimiz değiliz,
    Altımızdaki arabamız değiliz,
    Bileğimizdeki saat değiliz,
    Cüzdanımızdaki para değiliz,
    ...

    Sadece evrendeki kum tanesi kadar küçüklüğündeki dünyada birer hiçiz. Dünyanın tanrının favori gezegeni olduğunu düşünmeye başladığımızdan beri farklıyız...

    Gerçek mutluluk nerede bilmiyoruz belki ama mutluluk bize otoritelerin sunduğu hiçbir şeyde değil.

    Ne zaman tam anlamıyla özgür olacağız, yani kaybolacağız ancak o zaman tadacağız mutluluğu...
    (abiseviyosangitkonusbence ?, 30.05.2012 00:50)
  2. okuyana helal olsun
    (abiseviyosangitkonusbence ?, 30.05.2012 00:51)
  3. tesekkürler
    (nevrotik birrey ?, 21.07.2013 22:29)
  4. okumadım ama güzelmiş
    (kolmfuckingstromgard ?, 21.07.2013 22:33)
  5. yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. insanların ”tecrübe” dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kaybetmiş bir insana ”tecrübeli” denir.
    Sigmund Freud...
    (olmaz olmaz ?, 03.07.2014 13:57)

© 2025 - inat sözlük uludağ sözlük

'inat sözlük' rüyadır. bedenin terk etse de ruhun burada kalır. bir interaktif sözlük çalışmasıdır. inat sözlük sözlük spot tematik sözlük servisi ile üretilmiştir. sözlükler yöneticilerinin sorumluluğundadır, www.sozlukspot.com sözlüklerin içeriklerinden sorumlu tutulamaz.